
İstanbul’un mimari belleğinde adı sıkça anılmasa da Nişan Yaubyan, izi derin olan bir ustadır. Cumhuriyet döneminin büyük yapı taşlarını elleriyle yoğuran, modern Türk mimarisine sade ama çarpıcı bir damga vuran mimar Nişan Yaubyan, aynı zamanda bir çağın estetik pusulasını da taşımıştır.
Bir Mimar, Cumhuriyet’in Yüksek Yapıları
1928 yılında İstanbul’da doğan Nişan Yaubyan, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimini tamamladıktan sonra uzun yıllar hem yurtiçinde hem de yurtdışında önemli projelere imza attı. Yaşamı boyunca etnik kimliğini bir ayrım olarak değil, bir zenginlik olarak taşıdı. Mimari anlayışında da bu çok kültürlü perspektifin izlerini görmek mümkün.
Her ne kadar kamuoyunda adı sık anılmasa da Yaubyan, İstanbul’un simge yapılarından bazılarına imzasını atmıştır. Özellikle Atatürk Kültür Merkezi (AKM) projesinde, mimar Hayati Tabanlıoğlu ile birlikte çalışması onun kariyerindeki dönüm noktalarından biridir. Ayrıca İstanbul Atatürk Havalimanı’nın ilk terminal binasında ve Ankara’daki çeşitli kamu binalarında da onun imzası yer alır.
Amerika Günleri: Gözlem, Öğrenme ve Dönüşüm
1950’li yılların sonlarında, o dönemki ortağının Michigan Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi almak üzere Amerika’ya gitmesi üzerine, ortağının Yaubyan için de hocalarıyla görüşerek bir burs ayarlamıştır. Bu burs, Yaubyan’a Michigan Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi alma imkânı sunmuştur.
Yaubyan, bu teklifi değerlendirerek Amerika’ya gitmiş ve Michigan Üniversitesi’nde kentsel tasarım eğitimi almıştır. Eğitimi sırasında, üniversitedeki hocalarının referanslarıyla önce Eero Saarinen’in ofisinde, ardından da Minoru Yamasaki’nin ofisinde çalışma fırsatı bulmuştur. Bu süreçte, Dünya Ticaret Merkezi gibi önemli projelerde yer almış ve Amerika’daki mimari anlayış ve teknikleri yakından gözlemleme şansı elde etmiştir.
Amerika’daki bu deneyimleri, Yaubyan’ın mimari yaklaşımını derinleştirmiş ve Türkiye’ye döndükten sonra projelerine yansıtmıştır. Özellikle Atatürk Kültür Merkezi (AKM) gibi projelerde, Amerika’da edindiği modernist mimari anlayışı ve teknik bilgileri başarıyla uygulamıştır.
Bu dönem, onun mimari anlayışını derinleştirdiği, modernizmin kalbinde yoğun bir öğrenme sürecinden geçtiği yıllardır. Özellikle işlevselliğin, yapısal sadeliğin ve büyük ölçekli projelerde koordinasyonun önemini burada deneyimledi.
Amerika’da bulunduğu süre boyunca yalnızca teknik değil, tasarım felsefesi açısından da gelişti. Beton, çelik ve camın yeni biçimlerle nasıl yorumlandığını, şehir planlaması ile bina ilişkisini, ölçekle kurulan estetik dili burada gözlemledi. Kendi sözleriyle, “Amerika’da yapının sadece bina olmadığını, bir kamusal söylem aracı olduğunu” fark etti.
Bu kazanımlarla donanmış şekilde Türkiye’ye döndüğünde artık yalnızca bir uygulayıcı değil, çağdaş mimarlıkta söz sahibi bir vizyonerdi.
Disiplinli Bir Zarafet
Yaubyan’ın mimarisi, abartıdan uzak, işlevselliği merkeze alan ama estetikten ödün vermeyen bir çizgidedir. Betonun, camın ve çeliğin iç içe geçtiği tasarımları, o dönemin mimarlık anlayışını hem takip eder hem de ona yeni bir soluk kazandırır. Özellikle yapılarında mekânın akışı, ışığın kullanımı ve malzemenin doğallığı dikkat çeker.
Kendisinin de belirttiği gibi, bir yapının “göze batmadan değerli olması” onun mimari felsefesinin temelini oluşturur. O, yapıların haykırmasını değil, şehre karışarak onunla bütünleşmesini savunur. Belki de bu yüzden, onun eserleri sessiz birer anıt gibi şehrin kalbinde varlıklarını sürdürür.

Ustasına Vefa: Geriye Ne Kaldı?
Nişan Yaubyan’ın mimari mirası sadece inşa ettiği binalardan ibaret değil. Aynı zamanda yetiştirdiği mimarlar, çalıştığı ofisler ve kamu projelerine kazandırdığı ölçülülük de onun mirasının bir parçasıdır. Ne yazık ki adı, çoğu zaman mimarlık tarihinin kenar notlarında kalmıştır.
Nişan Yaubyan gibi değerli isimlerin kıymetini, bugün daha iyi kavrıyoruz. Gezgin Kalem olarak, Nişan Yaubyan gibi önemli isimleri görünür kılmanın kültürel bir borç olduğuna inanıyorum.