İkinci Dünya Savaşı sonrası adalet arayışının en karmaşık, en tartışmalı ve en uzun soluklu davalarından biri: John Demjanjuk davası.
Ukraynalı bir savaş esiri olarak başlayan hayatı, Amerikan vatandaşı kimliğiyle devam etti; bir ölüm kampında görev yaptığı ortaya çıkınca ise, onu dünyanın dört bir yanındaki mahkeme salonlarında yıllarca süren bir hesaplaşma bekliyordu.
Kimdi John Demjanjuk?
Asıl adı Ivan Mykolaiovych Demjanjuk olan John Demjanjuk, 1920 yılında o dönem Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna’da doğdu. II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet ordusunda görev yaparken Almanlara esir düştü. Ancak sıradan bir esir olmadı; Nazilerin Trawniki kampında aldığı özel eğitimle, Polonya’daki bazı ölüm kamplarında gardiyanlık yaptığı ortaya çıktı.
Hangi Kamplarda Görev Yaptı?
Demjanjuk’un adı başta Sobibor, Majdanek ve Flossenbürg olmak üzere birçok Nazi kampında geçti. En çok ses getiren iddia ise, Treblinka ölüm kampında görev yapan, “Ivan the Terrible (Korkunç Ivan)” lakaplı sadist gardiyan olduğu yönündeydi. Tanık ifadeleri ve bazı belgeler, onun bu kimliğe sahip olduğunu öne sürüyordu. Ancak zamanla ortaya çıkan yeni belgeler, bu tanıkların hafızalarının güvenilirliğini sorgulatmaya başladı.
ABD’ye Nasıl Gitti?
Savaş sonrası 1952 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden Demjanjuk, Ohio eyaletinde sade bir hayat sürdü. Otomotiv sektöründe çalıştı, ailesiyle birlikte yaşadı ve 1958 yılında Amerikan vatandaşı oldu. Ancak bu sakin yaşam uzun sürmedi.
1970’li yıllarda Nazi suçlularını tespit etmek için kurulan ABD Adalet Bakanlığı’na bağlı özel birimler, Demjanjuk’un geçmişini araştırmaya başladı. Ardından gelen süreçte vatandaşlığı iptal edildi ve İsrail’e iadesi sağlandı.
İsrail’de Tarihi Dava
1986 yılında İsrail’e iade edilen Demjanjuk, 1987’de Kudüs’te mahkemeye çıkarıldı. “Korkunç Ivan” olduğu iddiasıyla yargılanan Demjanjuk, kamuoyunun ve medyanın yoğun ilgisine maruz kaldı.
1988 yılında mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı. Ancak 1993 yılında İsrail Yüksek Mahkemesi, Sovyet arşivlerinden çıkan yeni delillerin ışığında Demjanjuk’un Ivan the Terrible olmayabileceğine hükmetti. Kararda şu çarpıcı cümle yer aldı:
“Makûl bir şüphe varsa, bu kişi idam edilemez.”
Bu kararla birlikte Demjanjuk beraat etti ve ABD’ye döndü. Ancak bu, yargı sürecinin sonu olmadı.
Almanya’da Yeni Bir Yargılama
Yıllar sonra, Almanya’da ortaya çıkan yeni belgeler Demjanjuk’un Sobibor ölüm kampında gardiyan olarak görev yaptığını gösteriyordu. Alman savcılar, bu yeni delillerle Demjanjuk’u yeniden yargılamak için girişim başlattı.
2009 yılında Almanya’ya iade edilen Demjanjuk, Münih’te yargılandı. Bu kez suçlamalar çok daha spesifikti: 28.060 Yahudi’nin ölümüne yardım ve yataklık etmek.
2011 yılında mahkeme Demjanjuk’u suçlu buldu ve 5 yıl hapis cezasına çarptırdı. Ancak yaşlılığı ve sağlık durumu nedeniyle cezaevine girmedi. Temyiz süreci devam ederken, 17 Mart 2012 tarihinde Bavyera’daki Bad Feilnbach kasabasındaki bir bakımevinde 91 yaşında hayatını kaybetti. Mahkûmiyeti kesinleşmeden öldüğü için, Alman hukukuna göre teknik olarak “masum kabul edildi” (presumed innocent)
Hukuki Açıdan Değerlendirme
John Demjanjuk davası, hukuk dünyasında birçok yönden önem taşımaktadır:
- Vatandaşlığın Geri Alınması: Demjanjuk, iki kez Amerikan vatandaşlığından çıkarılmış ender kişilerdendir. Bu süreç, bir devletin vatandaşlık vermede geçmiş araştırmasının ne kadar hayati olduğunu ortaya koymuştur.
- Kimlik Yanılsaması ve Tanık Güvenilirliği: İsrail’deki ilk davada tanıkların Demjanjuk’u hatalı teşhis etmesi, hukuk sisteminde hafızaya dayalı tanıklığın ne denli riskli olduğunu göstermiştir.
- Hukuki Emsal: Yardım ve Yataklık
Almanya’daki yargılamada dikkat çeken nokta şuydu: Demjanjuk’un bizzat kimseyi öldürdüğü kanıtlanmamıştı. Ancak bir ölüm kampında, Nazi sistemine dahil olarak görev yapması, onu suçlu kılmaya yetti. Bu durum, modern uluslararası ceza hukukunda önemli bir dönüm noktasıdır.
Sonuç: “Doğru” Adam mıydı?
Lawrence Douglas’ın The Right Wrong Man (2016) adlı kitabında belirttiği gibi, John Demjanjuk belki de “doğru kişi”ydi ama “yanlış suç”la yargılanmıştı. Yani o, bir Nazi işbirlikçisiydi; ama belki de Treblinka’nın Korkunç Ivan’ı değildi.
Tarih, hukuk ve etik arasında gidip gelen bu davalar, hem insan hafızasının hem de adaletin sınırlarını zorladı.
Demjanjuk’un hikâyesi, hukukun geç gelen ama peşinden asla vazgeçmediği bir adalet arayışının sembolüdür. Bu dava bize, adaletin zaman aşımına uğramayacağını ve tarihsel suçların er ya da geç bir mahkeme salonuna ulaşacağını hatırlatıyor.
İlgilisi için kitap önerisi: The Right Wrong Man,

Netflix belgeseli: The Devil Next Door
