
Günümüz edebiyatında insan ruhunun kırılganlıklarını bu kadar yalın ve dokunaklı şekilde anlatan yazar sayısı azdır. İngiliz yazar Matt Haig, özellikle psikoloji, felsefe ve edebiyatın kesişiminde eserler vermesiyle tanınıyor. Onun en çok ses getiren romanlarından biri ise 2020’de yayımlanan ve kısa sürede dünya çapında çok satanlar listesine giren Gece Yarısı Kütüphanesi (The Midnight Library).
Roman, okurlarına hem bir hikâye sunuyor hem de derin bir felsefi sorgulama yaptırıyor: “Hayatımızda farklı seçimler yapsaydık, kim olurduk?”
Kitabın konusuna baktığımızda; romanın başkahramanı Nora Seed, hayatta bir türlü mutlu olamamış, pişmanlıklarla dolu bir yaşam süren genç bir kadındır. İşinde tatmin bulamayan, sosyal ilişkilerinde hayal kırıklıkları yaşayan Nora, bir gece intihar etmeye karar verir. Ancak ölüm ile yaşam arasında bir yerde, kendini gece yarısı kütüphanesi adı verilen gizemli bir mekânda bulur.
Bu kütüphane, sınırsız sayıda kitabın yer aldığı bir yerdir ve her kitap, Nora’nın hayatında yapabileceği farklı bir seçimi ve o seçimin sonucunda yaşayabileceği alternatif yaşamı temsil eder. Nora, her kitap aracılığıyla farklı bir hayat deneyimler: ünlü bir yüzücü, başarılı bir rock yıldızı, sevimli bir ev sahibi ya da hayallerini gerçekleştirmiş başka biri olabilir.
Fakat her seferinde fark eder ki hiçbir hayat kusursuz değildir. Mutluluk, dışsal başarılarla değil, kişinin kendi yaşamını kabullenmesiyle ilgilidir.
Romanın en güçlü teması, pişmanlık duygusudur. Nora, geçmişte yapmadığı şeyler için kendini suçlar. Kütüphanedeki her kitap, ona bu pişmanlıkların arkasında yatan “ya eğer” sorusunun cevabını gösterir. Ancak Nora, her seçimin beraberinde başka bir kaybı getirdiğini öğrenir.
Roman, bilimsel anlamda çoklu evren (multiverse) teorisini felsefi bir metafor olarak kullanır. Her seçimimiz, bir başka olasılığın kapısını açar. Bu yaklaşım, Sartre ve Camus gibi varoluşçu filozofların “özgürlük ve sorumluluk” kavramlarıyla örtüşür.
Haig, yaşamın değerini günlük hayattaki küçük detaylara bağlar. Bir kediyle vakit geçirmek, bir dostla konuşmak ya da sevdiğin bir melodiyi duymak… Roman, yaşamın anlamını “olağan” görünen şeylerde aramayı önerir.
Nora’nın mutsuzluğunun arkasında yalnızca kişisel seçimler değil, toplumun yüklediği beklentiler de vardır. “Başarılı olmalısın”, “evlenmelisin”, “kariyer yapmalısın” gibi dayatmalar, bireyin kendi isteklerini bastırmasına neden olur. Sanırım bu, günümüzde hemen herkesin mutlaka bir şekilde maruz kaldığı bir durum..
Gece Yarısı Kütüphanesi, yalnızca bireysel bir hikâye değildir; modern toplumun birey üzerinde yarattığı baskının da eleştirisidir. Daha iyiye ulaşma çabası, insanı doyumsuz ve mutsuz hale getirir.
Ayrıca kitap, psikolojik açıdan da oldukça değerlidir. Matt Haig, kendi depresyon deneyimlerinden ilham alarak Nora’nın hikâyesini kaleme almıştır. Bu nedenle roman, psikolojik kırılganlıkları olan okurlara umut veren bir anlatı olarak görülür.
Varoluşçu felsefenin “hayatın anlamı” sorusuna yaklaşımı, romanda net biçimde hissedilir: Hayat, dışsal başarılarla değil, yaşamanın kendisini kabul etmekle anlam kazanır.
Neden Bu Kadar Ses Getirdi?
Pandemi döneminin etkisi: Roman, 2020’de yayımlandığında dünya COVID-19 salgınıyla sarsılıyordu. İnsanlar kendi yaşamlarını, seçimlerini ve değerlerini sorguluyordu. Bu bağlamda kitap, zamanın ruhuna dokundu.
Erişilebilir dil: Kitabın felsefi bir derinliği olsa da, okuyucular açısından anlaşılır ve akıcı bir üslupla yazıldığından kitabın hem genç hem yetişkin okurlara hitap etmesini sağladı.
Evrensel temalar: Pişmanlık, umut, yaşamın anlamı… Bu konular her kültürde karşılık bulan evrensel meselelerdir.
Sonuç olarak Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi, sadece bir roman değil, aynı zamanda modern insanın içsel yolculuğunu anlatan bir rehberdir. Okuyucuya şunu söyler: “Hayat, seçimlerimizin toplamı değil, yaşadığımız anda verdiğimiz değerdir.”
Nora Seed’in yolculuğu, pişmanlıkların gölgesinde değil; yaşamı olduğu gibi kucaklamada bir anlam arayışı olarak okunabilir. Bu nedenle Gece Yarısı Kütüphanesi, günümüz edebiyatında yalnızca popüler bir eser değil, aynı zamanda felsefi ve sosyolojik açıdan da önemli bir başvuru noktasıdır.