
Janina Bauman’ın Duvarların Ötesinde kitabı, İkinci Dünya Savaşı’nın karanlığı içinde bir genç kızın annesi ve kız kardeşi ile birlikte yaşadıklarını, korkularını, çaresizliğini, karanlığını ve hayatta kalma mücadelesini aktaran; adeta yüzünüze savaşın tüm soğukluğunu bir tokat gibi çarpan, sonuna kadar elinizden düşürmeden okuyacağınız bir anı eseridir.
Polonyalı Yahudi bir genç kız olan Bauman, 2. Dünya Savaşı başlayana kadar Polonya’da oldukça varlıklı ve modern sayılabilecek Yahudi bir ailenin büyük kızı olarak yaşamını sürdürmektedir. Ancak savaşın başlamasıyla birlikte Nazi işgali altındaki Polonya’da, önce Varşova Gettosu’nda sıkışıp kalır, ardından farklı yerlerde büyük güçlüklerle saklanarak annesi ve kız kardeşi ile birlikte yıllarca süren hayatta kalma mücadelesi verir. Savaşın bitmesi, maalesef Yahudi düşmanlığının Doğu Avrupa’da bittiği anlamına gelmez. Ayrımcılığa, savaştan sonra da uzun yıllar maruz kalır. Bu kitabı eline aldığınızda yalnızca bir hatıratla değil, aynı zamanda tarihin en acımasız dönemlerinden birine açılan karanlık bir kapıyla karşılaşacaksınız.
Bu kitabı, Janina Bauman’ın eşi ünlü sosyolog Zygmunt Bauman’ın 2. Dünya Savaşı dönemi ile ilgili hatıralarını okurken sayfaların arasında tesadüfen buldum. Eminim pek çok kitapçıda bu kitabı görmemişsinizdir, ben de bir sahaftan şans eseri buldum. Kitabı okumaya başladıktan sonra, tek solukta bitirdiğimi söyleyebilirim. Anlatım o kadar güçlü, o kadar bütünlüklü; çeviri ise öylesine başarılı ki, kitabı elinizden bırakmanız mümkün olmuyor. Janina Bauman’ın kalemi, okuru duvarların ötesindeki o daracık yaşam alanlarına, karanlık saklanma odalarına, soğuk ve açlıkla geçen yılların içine çekiyor. Bir diğer taraftan, bizlere savaşın bambaşka yüzünü gösteriyor: Kimin haklı, kimin haksız olduğunun bilinmediği bir kaos.
Varşova Gettosu’ndan Kaçış
Kitap, savaşın başlangıcıyla birlikte Polonya Yahudilerinin kaderini belirleyen “duvarlar” ile açılıyor. Varşova Gettosu, Yahudilerin yaşam alanlarını daraltmak ve onları toplumdan izole etmek için Nazi yönetimi tarafından kurulan devasa bir hapishaneye dönüşüyor. Janina Bauman da çocukluğunu bu duvarların ardında geçirmek zorunda kalıyor.
Gettoda yaşananlar yalnızca açlık, sefalet ve hastalıklarla sınırlı değil. Bauman’ın aktardığı üzere, insanlar her gün umutlarını kaybediyor, aileler parçalanıyor ve belirsizlik içinde yaşamaya çalışıyor (Ya da sokaklarda ölüyor). Nazi yönetiminin ani baskınları ve toplu sürgünler, sürekli bir ölüm korkusu yaratıyor. Ancak kitabın en etkileyici yönlerinden biri, tüm bu karanlığa rağmen umudun tamamen kaybolmaması. Janina’nın anlatımı, insanın hayatta kalma gücünü ve yaşama bağlılığını açıkça hissettiriyor.

Kaçış Yılları: Soğuk, Açlık ve Saklanma
Bauman ve ailesi için getto duvarlarının ardındaki hayat, bir noktada sürdürülemez hale geliyor. Kitapta yer alan en sarsıcı bölümler sanırım, gettodan kaçış ve sonraki yıllarda tavşan avına dönen saklanma süreci. Polonya’nın çeşitli bölgelerinde, bazen dost bildikleri kişilerin evlerinde, bazen yabancıların merhametine sığınarak – ama çoğunlukla bir ücret karşılığı – geçen bu yıllar, soğuğun, açlığın ve yalnızlığın ağırlığını gözler önüne seriyor.
Bauman, bu dönemi aktarırken dramatik bir dil kullanmıyor. Aksine, yalın ve doğrudan anlatımıyla okuyucuyu içine çekiyor. Belki de bu sadelik, yaşananların ağırlığını daha da derinden hissettiriyor. Sanırım bazen, sadece anlatmak fazlasıyla yeterli oluyor. Bir genç kızın gözünden savaş yılları, günlük ayrıntılarla, korkularla ve küçük mutluluklarla bezeli bir şekilde aktarılıyor.
Bir Kadının Gözünden Savaş
Duvarların Ötesinde, savaş edebiyatında sıklıkla görmediğimiz bir bakış açısı sunuyor: Bir kadının, üstelik genç bir kızın gözünden aktarılan bir savaş deneyimi. Bu yönüyle kitap, yalnızca tarihsel bir tanıklık değil, aynı zamanda kadınların savaş deneyimlerini görünür kılan önemli bir edebi metin olarak karşımıza çıkıyor.
Bauman’ın anlatısı, erkeklerin cephedeki kahramanlık öykülerinden farklı. Onun öyküsü, hayatta kalabilmek için susmak, saklanmak, görünmez olmak, açlıkla mücadele etmek üzerine kurulu. Bu nedenle, savaşın farklı bir yüzünü gösteriyor. Kadınların ve çocukların bu dönemde yaşadığı görünmez kahramanlık, kitabın en kıymetli yönlerinden biri.
Çevirinin Gücü ve Anlatımın Etkisi
Bu kitabı Türkçede böylesine etkileyici kılan unsurlardan biri de çevirinin başarısı. Okurken hiçbir kopukluk hissetmeden, Janina Bauman’ın sesi doğrudan okuyucuya ulaşıyor. Çeviri, metnin duygusal yoğunluğunu ve sadeliğini başarıyla aktarmış. Özellikle, savaş anılarını anlatırken kullanılan yalın dil, okuyucuyu metne bağlayan en önemli unsur oluyor.
Kitabı okurken hissettiğim şey, neredeyse hikayesini Bauman’dan dinliyormuşum gibi hissetmem oldu. Onunla birlikte duvarların ardında gizleniyor, soğuk gecelerde açlığa direniyor ve bir sonraki günün belirsizliğini yaşıyorsunuz. İşte bu anlatım gücü, Duvarların Ötesindeyi sıradan bir savaş anısından ayırıyor.
Tarih ve Bellek Üzerine
Janina Bauman’ın hikâyesi yalnızca kişisel bir tanıklık değil, aynı zamanda kolektif hafızanın bir parçası. Polonya’da Yahudilerin yaşadığı acılar, soykırımın bireyler üzerindeki etkileri ve savaş sonrası hayatta kalmanın zorlukları, kitabın satır aralarında kendini gösteriyor.
Bu nedenle Duvarların Ötesinde, sadece edebi bir metin olarak değil, aynı zamanda bir bellek çalışması olarak da değerlidir. Unutmamak ve unutturmamak, bu tür eserlerin en önemli misyonudur. Bauman, yaşadıklarını aktararak hem kendi geçmişiyle hesaplaşmış hem de gelecek nesillere önemli bir miras bırakmıştır.

Sonraki Hayat ve Yeniden İnşa
Savaşın bitimi, Bauman için bir kurtuluş olsa da, yaşanan travmalar kolayca geride bırakılabilecek türden değildir. Kitapta, savaş sonrası yıllarda yaşanan kimlik arayışları, aidiyet sorunları ve travmaların izleri de hissedilir. Her ne kadar savaş bitse de, duvarların ötesinde yaşanan yıllar, bireyin ruhunda kalıcı izler bırakır.
Bauman’ın hayatı, savaşın ardından farklı bir yöne evrilse de, yazdığı bu eser sayesinde okuyucu, onun yaşadığı içsel yolculuğa da tanıklık eder. Sadece bir savaş anlatısı değil, aynı zamanda insanın yeniden doğma çabasıdır bu kitap.
Duvarların Ötesinde, son dönemlerde okuduğum en etkileyici kitaplardan biri oldu. Çevirisiyle, yalın anlatımıyla, duygusal yoğunluğuyla bu kitap, insanı derinden etkiliyor. Kitap, yalnızca bir dönem anlatısı değil, aynı zamanda insan ruhunun dayanıklılığını ortaya koyan oldukça güçlü bir eser.
Bu kitabı bitirdiğinizde, yalnızca Janina Bauman’ın hikâyesini değil, aynı zamanda insanlığın ortak acısını da hissetmiş oluyorsunuz. Bu yönüyle kitap, edebiyatın sınırlarını aşarak insanlık tarihine dokunuyor.
Savaşın bitiminden sonra Polonya’da yine ayrımcılığa uğrayan Bauman, ailesiyle birlikte bir kaç sene yaşamak üzere İsrail’e gidiyor. Ancak Bauman’ın, savaş bitmesine rağmen yıllarca ayrımcılığa maruz kalan biri olarak, İsrail’de Araplara yapılan ayrımcılığa sesssiz kalmaması oldukça etkileyici. Kitabının son sayfalarında bu konu ile ilgili şunları dile getiriyor:
“… ve görüldüğü gibi sanki ömür boyu kalacakmışız gibi her şey yoluna koyulmuştu. Ama durum hiç de öyle değildi. Yaşamımızı sürdürmeyi seçtiğimiz yer İsrail değildi. Zaten Siyonizm hiçbir zaman Zygmunt’un kafasına yatmamıştı ve daha taşınmamızın ilk günlerinde Filistin’e gitme fikrinden beni vazgeçirmişti. Şimdi ikimiz de kendimizi buralı hissedemiyorduk. Bir ırkçılıktan kaçıp, Yahudilerin üst kimlik saydıkları bir başkasının kucağına düşmüştük. Baskı altında tutulan azınlığın bireyleri olmaktan çıkıp, ayrıcalıkları olan çoğunluğun temsilcileri durumuna gelmiştik. Araplara karşı uygulanan eşitsizliğe zor dayanıyorduk. Bazen yapmak zorunda kaldığımız gibi, İsrailli olmaktan gurur duyduğumuzu dile getirmek bize çok zor geliyordu. Uyum sağlamaya hiç niyetimiz yoktu.”
Janina Bauman’ın Duvarların Ötesinde adlı eseri, yalnızca bir genç kızın hayatta kalma hikâyesini anlatmaz, ayrımcılığın, aidiyetin, ırkçılığın ve ahlaka ilişkin düşüncelerimizi de temize çekmemiz gerektiğini bizlere fısıldar. Bu nedenle, özellikle 2. Dünya Savaşı dönemine meraklıysanız, bu kitabı da okumanızı tavsiye ederim.



