Geçmiş yüzyıllardan bu yana toplumsal hayatı yalnızca resmî kurumlar ve hukuki metinler belirlememektedir; halkın gündelik tecrübeleri, belirsizlik ve hastalık anlarında başvurduğu şifa ve korunma pratikleri de en az onlar kadar belirleyici olmuştur. Pek çok farklı kültürde olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da “büyü”, “üfürük”, “cincilik” ve “fal” başlıkları, bir yandan inanç-kültür dünyasının parçası olarak, diğer yandan da hukuk, ahlak ve kamu düzeni tartışmalarının konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu alanda yapılan çalışmalar, “büyü”, “üfürük”, “cincilik” ve “fal” gibi gizemli ve manevi duyguları suistimal kültürünün göründüğünden çok daha vakim ve yaygın olduğunu göstermektedir. Maalesef Osmanlı dönemi ve erken cumhuriyet dönemindeki bu pratikleri ve değişimi bir yazıya sığdırmak imkansız; ancak şer‘iyye sicilleri ve modern akademik literatürün sunduğu bulgulardan hareketle söz konusu pratiklerin toplumsal işlevlerini, devlet ve ulemanın müdahale/denetim hatlarını, halk hekimliği-ilmî tıp etkileşimini ve modernleşmeyle yaşanan dönüşümü genel hatlarıyla bu yazıda ele almaya çalışacağım.
Büyü, Üfürük, Cincilik
Osmanlı bağlamında “büyü” çoğu kez iki niyetle anılır: koruyucu/iyileştirici (halkça meşru görülebilen) ve zarar verici/istismarcı (hukuken ve ahlaken mahkûm edilen). “Üfürük” (nefes etme, dua/ayet okuma) ise ruhanî şifa niyetiyle uygulanır; “cincilik” cinlerin etkisi veya cin çıkarma iddiasını içerir. Bu ayrımlar, pratiklerin meşruiyet eşiğini ve devlet müdahalesinin yoğunluğunu belirler: Korunma-şifa niyeti taşıyan ritüeller bütünüyle dışlanmamış; aldatma, zarar, taciz ve kamu düzenini bozma içeren vakalar ise yaptırıma konu edilmiştir.
Osmanlı sağlık evreni, mücerrebnâmelerden bitkisel-mineral reçetelere, zanaatkâr-hekimlerden tekke çevrelerine kadar karma bir yapıya sahiptir. Dua/ayet okuma, muska yazma, nefes etme gibi pratikler, özellikle veba (taun), sara nöbetleri, nazar ve kısırlık gibi sorunlarda başvurulan tamamlayıcı araçlar olarak görülmüştür. İnsanlar yüzyıllar boyunca hem reçeteye hem duaya, hem hekime hem üfürüğe aynı zaman diliminde başvurabilmiştir.
Yine Muska ve tılsım nesneleri, korku ve belirsizlik karşısında kontrol ve korunma hissini somutlaştıran mistik kültür öğeleri olarak görülmüştür. Üçgen katlanan kâğıt/bez muskalar, tılsımlı kareler, “tılsım mühürleri” ve tılsımlı gömlekler hem sivil hem askerî amaçlarla kullanılmış; nazardan korunma, eve bereket, doğum-yolculuk gibi eşik anlarında güvence sunmuştur. Bugün pek çok örnek müze envanterlerinde yer almaktadır.
Cinciler ve Üfürükçüler: Toplumsal Konum, Cinsiyet ve Mahalle
Mahalle/köy ölçeğinde şifa arayışının başı çeken aktörlerinden biri “üfürükçü/okuyucu”, diğeri ise “cinci”dir. Bu kişiler, hem bilgi taşıyıcısı (bitki, dua, muska) hem de başvuran olarak merkezî rol oynar. “Ehil” görülen uygulayıcılar itibarlı olabilirken; dolandırıcılık, taciz, korku üzerinden kazanç gibi iddialar, mahalle tepkisini ve yargısal süreçleri tetiklemiştir. Bu ikili hal, pratiklerin yerel meşruiyet ve etik sınırlarla çevrelendiğini göstermektedir.
Sözlü ve gündelik alanda icra edilen pratikler iz bırakmakta zorlanır; şer‘iyye sicilleri bu nedenle eşsizdir. Kadı mahkemelerine yansıyan şikâyetler, suçlamalar, istismar iddiaları ve cezalar; uygulamaların kimler tarafından, hangi amaçla ve hangi bağlamlarda yapıldığını, ayrıca toplumsal tepkinin nasıl örgütlendiğini açıklar. Siciller, “mahalle nizamını bozan” davranışlara karşı ihraç gibi yaptırımların da verilebildiğini gösterir.
Osmanlı idaresi, büyü/üfürük/fal pratiklerine doğrudan yasak uygulamaktan ziyade, kamu düzeni, aldatma ve zarar kriterleri üzerinden seçici müdahale yürütmüştür. “Kara büyü”, taciz ve dolandırıcılık niteliği taşıyan girişimler cezalandırılabilmiş; buna mukabil ruhanî şifa pratiklerinin tümü kategorik olarak hedef alınmamıştır. Ancak, Tanzimat’la birlikte reformcu-rasyonalist dil güçlenmiş, “hurafe ile mücadele” söylemi yaygınlaşmıştır; ancak bu, pratiklerin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez—biçim değiştirerek yaşamaya devam etmişlerdir.
İstismar ve “Din İstismarı” Tartışmaları
Halkın şifa arayışı ile istismar arasındaki kırılgan sınır, Osmanlı’dan erken Cumhuriyet’e uzanan tartışmaların merkezindedir. Ücret karşılığı korku devşirme, sözde mucize/keramet vaadiyle taciz, tecavüz ve dolandırıcılık iddiaları, hem toplumsal tepkiyi hem de hukukî yaptırımı tetiklemiştir. Bu başlık, arşiv temelli vakalar, gazeteler ve erken Cumhuriyet dönemi polemikleri üzerinden zengin bir literatüre sahiptir.
Ömer Obuz’un “Osmanlı’dan Erken Cumhuriyete Üfürükçüler, Cinciler, Falcılar” isimli kitabındaki şu bölüm dikkat çekicidir:
“Çerçi Mehmet olarak nam salan 52 yaşındaki biri, yedi kat göklerdeki cin ve perileri çağırarak her işini yaptırdığını öne sürüyordu. Bunun için kadınları karanlık bir yere topluyor, ortaya birleyen su koyarak şunları söylüyordu: “Katiyen ses çıkarmayınız. Ben okuyup üfleyeceğim. Cinler ve periler gelecek, bunlar içinizden hanginizi yerinizden kaldırırsa onun muradı olacak demektir. Yeriniz değiştirilirse hiç sesinizi çıkarmayınız, yoksa mahvolursunuz”. Bundan sonra lambayı söndüren, okuyup üfleyen, cebindeki lastik bebeklerle tuhaf sesler çıkartan ve evvelden gözüne kestirdiği kadını kolundan tutup kaldırarak bir köşeye sürükleyen Mehmet, iddiaya göre dört kızın bekaretini bu şekilde bozmuş, 17 yaşındaki bir başka kızı da evlilik vaadiyle kandırmıştı. Hatta birkaç kez evlenip boşanmış, yakalandığında dört eşinin olduğu anlaşılmıştı. Vakıalara bakılırsa bu kimseler daha başından her şeyi planlamış oluyorlardı. Mesailerinin önemli bölümünü kadınlara yalnız kalmaya harcadıktan sonra cinler ve perilerden söz açarak dilediklerini yapıyorlardı.”
Bu tip anlatılar, iki önemli noktayı berraklaştırmaktadır: İlk olarak bu üfürükçülerin metotları planlıdır ve kurbanın zihninde korku-itaat sarmalı oluşturmaktadır; ikincisi, kamusal eleştiri ve ifşa mekanizmalarının (gazeteciler, yazarlar, aydınlar) erken cumhuriyet döneminde güçlenmesi, cehalet ile savaşın bir devlet politikası haline gelmesidir.
Tanzimat’tan Erken Cumhuriyet’e: Hurafe Eleştirisi, Basın ve Hukuk
19.yüzyıl ortasından itibaren rasyonalizasyon ve halk sağlığı perspektifi güçlendikçe, basın-yayın ve modern bürokrasi “üfürükçülük/cincilik”e karşı daha görünür bir mücadele dili geliştirdi. Modern tıbbın kurumsallaşması, polis-adliye ağının genişlemesi ve gazeteciliğin kamusal denetim işlevi, istismar vakalarının ifşa edilmesini kolaylaştırdı. Erken Cumhuriyet’te ise konu, giderek “din istismarı”, “dolandırıcılık” ve “kamu düzenini bozma” başlıkları altında seküler hukuk tarafından çerçevelendi.
Osmanlı’da cinciler, üfürükçüler ve büyü pratikleri; tekdüze bir anlatıma indirgenemeyecek kadar fazladır. Halk hekimliği ile ilmî tıp arasındaki geçirgenlik, toplumsal meşruiyet ile hukuki denetim arasındaki gerilim ve modernleşmenin dönüştürücü baskısı bu alanın ana eksenlerini oluşturmaktadır. İyileştirme niyetli ruhanî uygulamalarla istismar arasındaki fark, hem ahlaki hem hukuki sınırlar tarafından çizilmeye çalışılmış; Tanzimat’tan Cumhuriyet’e bu sınırlar rasyonalist ve seküler bir dile kavuşmuştur. Yine de insanın belirsizlik karşısında teselli ve kontrol arayışı, bu pratiklerin zaman içinde biçim değiştirerek de olsa sürmesine yol açmıştır.
Kaynakça
- Obuz, Ömer. Osmanlı’dan Erken Cumhuriyete Üfürükçüler, Cinciler, Falcılar.
- Çolak, Şükrü. “Osmanlı’da Okült Uygulamalara Dair Bazı Örnekler.” (akademik makale).
- Işık, Z. “Sufism in the Sense of Folk Medicine in Ottoman Society.” (akademik makale).
- (Seçmeli literatür) Şer‘iyye sicilleri, halk tıbbı ve tılsım/muska üzerine Türkçe akademik çalışmalar; Tanzimat ve erken Cumhuriyet döneminde basın-hukuk belgeleri.


